17 Mayıs 2010 Pazartesi

TransToros - 2009 : 2.gün

2. gün  : 02.08.2009

Dün bizden önce buluşma yerine gelen arkadaşlar orada Hollandalı bir motorcu ile tanışmışlar. Bizim yapacağımız rotayı söyleyince adam bayılmış, tam benim aradığım gibi, ben de katılabilirmiyim demiş. 

Bizimkiler off-road deneyiminin şart olduğunu, zor yollar geçeceğimizi, riskli olabileceğini söylemiş. Deneyiminin olduğunu izin verirsek çok memnun olacağını söylemiş.

Biz de biraz burun kıvırarak, şimdi bi de bu adamla mı uğraşıcaz, becerebilir mi ki falan dedik ama olur verdik.

Sonraki günlerde bu arkadaşın hepimizden daha iyi olduğunu, onun bizi değil bizim onu yavaşlattığımızı, yardımlarıyla aştığımız yerleri onsuz nasıl yapardık dediğimizi göreceğiz.

Hollandalı dostumuzun adı "Auke Van Der Velde". 
Söylenmesi zor olduğundan biz ona Ali adını koyduk. (Sol Başta)






Sabah erken kalkıp, salonunu işgal ettiğimiz restoranı boşaltmaya başladık.



Dün gece karanlıkta göremediğimiz manzaramız şöyleydi.


Ihlara Vadisi;










Yola çıkmadan önce Tuz Gölünde motorlarımıza yapışan tuzları yıkamamız gerekti, yoksa motorları çürütürdü. Bahçedeki hortumla yıkama operasyonuna giriştik.



Sabah 05:30 gibi kalmamıza rağmen çıkışımız 09:00 u buldu.



Henüz tekerlerimiz toprak ile tanışmadı. Asfalttan gidiyoruz.




Şu karşıda gördüğünüz dağlara çıkacağız. Asfalttan bir süre seyrettik. Bekle bizi geliyoruz..



Ve nihayet toprak yola girerek tırmanmaya başladık.


Yerel halka yol soruyoruz. Etrafımıza toplaşan çocuklara kalem, silgi, şeker dağıtıyoruz.





Yol çok bozuk değil, taş-toprak karışımı ancak sürekli meyil ve virajlar var. Yüklü motorlarla hafif patinaj ederek tırmanırken virajı almak iyice zorlaşıyor. Hani arada bir düzlük olsa soluklansak. Yok, bitmeyen bir tırmanış, bir sağ bir sol, hep yukarı.












Durabildiğimiz yerde arkadan gelen arkadaşlara bakıyoruz.


Ardarda geliyorlar belli mesafelerle.



O da ne!


Fotoğrafta ortada gördüğünüz Dr.Mehmet paldır küldür düşüyor!




Zoom yapıp gördüğümüz ve telsizle aldığımız bilgi dahilinde Mehmet'te birşey yok.


Engebenin birinde kontrolü kaybetmiş ve düşmüş. kendisinde birşey yok ama motorda ummadığımız hasarlar var.


Yan çanta kırılmış/bükülmüş, sis farı kırılmış, yan silindir fena çizilmiş.






Arkasındaki arkadaşlar durup yardım ediyor, kaldırıyorlar, durum tespiti yapıyorlar.


Yürümesinde sorun olmadığını görüp devam ediyorlar.



Yanımıza geldiklerinde şöyle bir bakıyoruz.


Motor iyi dayak yemiş. Koruma demiri bile kırılmış. Yan çanta dağılmış, kapak durmuyor.
Biraz düzeltip bi düzlükte durmak üzere devam ediyoruz.











Bir düzlükte mola verip durumu inceliyor, sorunlar üzerinde konuşuyoruz.




Çantayı ittir kaktır biraz düzeltip iple bağladık onun işi tamam ama koruma demirinin kırılması sebebiyle sağ silindir taşa çarpmış ve derin çizilmiş hatta yırtılmış. Ufak ufak yağ sızdırıyor.


Bu bir sorun. Yanımızdaki yedek yağlarla takviye ede ede nereye kadar gidebilir ki.


Medeniyete ulaştığımız ilk noktada Dr.Mehmet'in ayrılması sözkonusu. Cansıkıcı bir durum.



Devam edip 2950 mt. irtifada resim çektiriyoruz.




Pozlara bak, sanki Everest'e tırmanmışız. Ama bizim için öyle. 400 kg. motorlarla buralara kadar çıktık az mı?


Gerçi yolumuzun devamında 3100 mt. ye çıkacağız ama oranın manzarası bu kadar güzel değildi.

















Şu Auke (Ali) sıcak ve iyi bir insan. Hemen kaynaşıyoruz. Şakalaşıyoruz.

Ben Türklerin sıcak ve samimi yüzünü göstermek üzere dalıyorum.




Sonra da bizi yanlış anlamasın diye kelini öpüyorum. Gülüşüyoruz.




Tırmanmaya devam ediyoruz. Yol gittikçe gevşek malzemeye dönmekte ve daha dikleşmekte.

Sevimsiz.





E doğal olarak birileri motoru yatırıyor (ben dahil).




Düşe kalka zorla çıktığımız 3100 mt.lik zirvede yolumuzu kar kesiyor. Ağustos ayındayız ve hala erimemiş. Erimeyi unutmuş :)






15-20 mt.lik bir genişliği olan buz kütlesini aşmak mümkün değil.




Bu zirveden geçip devam edecek yolumuz burada tıkandı.
Buzu nasıl aşarız, tartışıyoruz. Kürekle açılacak gibi değil zira buz hem sert hem çok derin.
Buzun üstünden gidebilirmiyiz diye bakıyoruz, meyil çok fazla ve aşağısı 500 metre uçurum. Allah korusun motor bi kayarsa tutamayız.
İplerle bağlayarak buzun üstünden geçmeyi düşündüysek te o kadar ağır motorları tutamayabileceğimizden endişe ettik.
Yolumuz bitmişti. Tek çare geri dönmek ve başka yerden rotanın yoluna girmekti.
Off ki off.
O kadar saat binbir zorlukla buralara tırman, düş-kalk, şimdi tekrar o yolu geri in.
Geriye doğru baktığımızda geldiğimiz yol ;


Geri dönüyoruz.



Demin düşe kalka çıktığımız gevşek malzemeli yokuş kabus gibi.
Şükür vukuatsız indim.

Aşağıdaki resimde sağda görünen yoldan gelmiştik. İleride bir çatal oluyor, sol tarafa doğru bir yol daha gidiyordu. Şimdi o yolu deneyeceğiz.

Birazdan Soldaki göçer çadırının oraya inip mecburi mola vereceğiz. (inerken düşüp debriyaj maneti kırılan Murat'ı beklerken)



Çoban İbrahim amca ile tanışıyoruz.
Etrafında sürüsü. Sohbet ediyoruz.
Bu arada yukarıdan inen Muratın düşerek debrijay manetini kırdığını duyuyoruz telsiz anonsunda.
Biz de yayılıyoruz iyice, beklerken.





Gece gündüz dolaşırlarmış buralarda, soğuktan dudakları patlamış adamcağızın.
Benim balaklavayı verdim akşamları giy diye.












Koyunların arasında aynı renkteki koca köpeği geç farkettik ve tırstık!



Sahibinin yanında güvendeydik neyseki


Yerde yatanın boynuzuyla kafasını kaşıyan deli keçi




Biz İbrahim amcayla muhabbet ederken yukarıda arkadaşlar debriyaj maneti ile boğuşmaktalar.

Aha ordalar..




Her işe yarayan kişi Auke (Ali) işbaşında..






Nihayet işlem bitiyor ve yola devam ediyoruz.





Çetin bir yol, resimde görülmeyen hendek var.
Yokuş tırmanırken ve viraj alırken hendekten geçmek zor olabiliyor.




Kim demiş düştüğümü..
Resim için poz veriyorum.




Uzaklarda görünen o yola gidiyoruz.





Bu kadar yol kapanması bizi engellemiyor haliyle..



Ana! bir insan daha..
Bize nispet yapan 1 beygirlik motoruyla..



Arkadaşları bekliyoruz.



Tipe bak, ayarımız kaymış..
Oksijen eksikliği gülüşümüze yansıyor..



Bir süre gittikten sonra bir göçek yerleşimine daha rastlıyoruz.








Bir süre sohbet ettikten sonra devam ediyoruz.








Bu arada saat 18:30 olmuş, hafif medeni bir sapağa geldik.


Murat ile Cem (geçen sene de gelen kişiler) harita üzerinde rotayı üzerinde konuşuyorlar.

Hedefimiz Kapuzbaşı Şelalesi imiş, orada konaklayacağız.

Murat diyor sağdan gidersek bir süre sonra asfalta çıkıyoruz 1 saate oraya varırız.
Cem diyor soldan gidelim bozuk ve belirsiz yol, orayı da keşfedelim.

O zaman çok geç kalırız denmesine aldırmayan Cem noktayı koyuyor, soldan belirsiz yoldan gidiyoruz.

İyi hadi dedik henüz başımıza gelecekleri bilmeden.

Laylaylom gidiyoruz, kah kötü kah iyi yollardan.




Akşam olmak üzere ve bıkkınlık var, biraz tempolu gidiyoruz. Artık durmak, botları çıkarmak, yemek yemek, popomuzu dinlendirmek istiyoruz.
Bütün gün düş-kalk ağır motorlarla zor yollarda hayli yorulduk.

Dolayısı ile risk te artmış halde.

Bir hendekte önümdeki Mehmet bir anda yerle bir oluyor, 180 derece dönüyor.




Body Armor giymeyen Mehmet'in göğsü ön cama çarptığı için biraz ağrısı var. Mont yeterince korumamış haliyle. Keşke Armor'u giyseydim diyor. (Sizlere de ders olsun)
Neyse ki birkaç gün ağrımasından başka sorun çıkmadı.


Şöyle bir yerde duruyoruz. Bi acaiplik yok



Siz öyle sanın.

Biraz sonra gelen Ufuk duruyor ve sol yana devriliyor (yorgunluğun nasıl arttığına bir örnek daha). Garip bir şekilde.

Hemen yanındaki Osman ve motoruna yaslanıyor. Bunu beklemeyen Osman da sol tarafına düşüyor.
Ancak sol taraf düz değil, şev. kuru dere yatağı ve iyi meyilli.

Osman yuvarlanmaya başlıyor, biz bağrışıyoruz. Kayaların arasında kendi etrafında defalarca takla attıktan sonra bir kayaya çarparak duruyor neyse.

Şükür kaskı ve full koruması üzerinde.
Kaskı çıkarıp bekliyor olsaydı Allah korusun kafasında kesin birkaç yara olurdu.









İlk panik bitip Osman ayağa kalktığında birşeyi olmadığını duyunca rahatladık.
Sadece poposuna, ellerine dikenler batmış.










Vukuatsız atlattığımız olayın traji komikliğine gülüp şükredip, Osman'ın dikenlerini çıkarıp yola devam ediyoruz.
Bu arada saat olmuş 19:30







Git git varamadık bi türlü. Neredeyse şu Kapuzbaşı..


Yaw hava kararmak üzere.. sıkıldım artık..


Karardı işte. ve biz hala neredeyiz bilmiyoruz. ya da ben bilmiyorum.
Cem gayet sakin.

Benim iyice tadım kaçmış halde.
Bu kadar abartmaya ne gerek vardı, diğer kısa yoldan gitseydik te şu an dereye ayaklarımı sokmuş tok karnımla çay içiyor olsaydım ya.

Havanın kararması ile artık monoton bir sürüşe başladık. Kimse konuşmuyor, durmuyor, gülmüyor.
Farkına varmadığımız derecede tempomuz aşırı artmış halde. Virajlara girerken yanlaya yanlaya gittiğimizi çok net hatırlıyorum.

Ormandaki zifiri karanlığın içinde farlarımız yeterli kalmıyor. Virajları şaşırabiliyoruz, hızlı da gidiyoruz. Ani frenler ani dönmeler, sürekli ip üstündeyiz.
Kimse de yavaşlamıyor, öndekini kaybederse kalacağı korkusu ile stop farına yapışan yardırıyor. Öndekiler de arkadakiler itiyo diye yardırıyor.
Keşmekeş. Herkes şuursuzca basıyor. Bir an önce varmak için. Bıkkınlık had safhada.

Önümde Selim (farları iyi) arkamda Mehmet basıyorum. Aynamda ara sıra mehmet'in farını görüyorum ama aynaya dahi bakamıyorum. O kadar tempolu ve virajlı yollardayız. Yerlerde gevşek malzeme. Sürekli frenle arkayı kaydır, bırak yat viraja şeklindeyiz. Adrenalin fışkırıyor artık.

Arkamda Mehmet'in farını görmesem umurumda değil durmam. durursam bidaha gidemem önümdekini kaybedersem. O derece sinirler gergin ve tatsız gidiyoruz bir türlü bitmeyen yollarda. (durmam kısmı abartı tabii ama lütfen kaybolma arkamdan diye yalvarıyorum içimden)

Nihayet saat 21:45 civarları vardık Kapuzbaşı Şelalesine.

Bitmiş haldeyiz.






Grubun tamamlanması 22: 00 yi buldu.



Kalacak yer, yemek planlamasının ardından 23:30 da yemeğimize oturduk.
Sabah kahvaltısından beri yediğimiz ilk yemek. Öldük.




Ardından çadırları kurup toz içinde kalmış birkaç parçayı derede yıkadıktan sonra, dayanamayıp buz gibi olmasına aldırmadan kendimiz de yıkandık.
İyi geldi valla.

Yattık uyuduk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder