23 Mayıs 2010 Pazar

TransToros - 2009 : 4.gün

4. gün : 04.08.2009

Dün gece (daha doğru deyişle bu sabah) 03.00 civarları uyumamıza rağmen 08.00 gibi kalktık.
Yarı baygın halde geldiğimiz yeri gündüz gözüyle gördüm. Fena değilmiş.

Gece içinde uyku tulumu serip uyuduğum bölüm ;





Bir ailenin işlettiği tesiste güzel bir kahvaltı yaptık.



Diğer arkadaşlar da çadır kurmayla uğraşamamış belli ki, biyerler bulup uyumuşlar açıkta.






Herzamanki sabah tempomuzdayız, sallana sallana..



Saat 10:30 gibi ilk grup çıktık. (bir grup hala orda)

Asfalt yoldan tırmanmaya başladık.





Nefis manzaralar. Şu karşıdaki zigzag yola bakarmısınız..
Yok, biz ordan geçmedik ama hadi şuraya çıkalım diyip düşünmedik değil.
Neyse rotayı bozmayalım deyip devam ettik.



İleride bir yayla yerleşimine rastladık.





Arkadaşları burada bekleyelim dedik, indik aşağı, insanların yanına.

Sıcak insanlar, soyunduk, muhabbete girdik.
Nasılsa diğer arkadaşlar gelene kadar bekleyeceğiz.





Bizim Auke bir tente altı bulmuş, dinleniyor.



Ben de gidip çocuklarla tanışayım, hediyelerin vereyim.




Bitanesini gözüme kestirip dalıyorum güreşe..



Bitirdim herifi, ben yendim. Bana bulaşılmayacağını öğrendi.




Çocukların motorlara binmelerine izin veriyoruz. Ama tam korumalı




Hemen orada çıkan su buz gibi ve içilebiliyor.
Gidip inceliyorum.


Dur bi el atalım sevaptır..



Onlar da bu sıcaklığımıza karşılık bize el yapımı ayran yapıyolar.
Hemen orda suyu alıyor, yanındaki yoğurdu içine atıyor, şakur şukur sallıyor. Buyrun doğal Ayran.



Diğer grup hala yok.
Gidip Auke ile uğraşalım bari.





Aha çaylarımız da geldi



Diğer ekip hala ortalarda yok.

Selim'in dün kırılan yan ayağını tamir ettireceklerdi.
Motordan inemiyor başka türlü, ya bir ağaç bulup yaslayacak ya da duvara.

12 gibi geldiler ve yola devam ettik.



Hedef Karagöl.
Şu meşhur, dünyada hiçbir yerde eşi olmayan kurbaaların yaşadığı, Capon turistlerin bile gelip inceleme yaptığı göl.

Zirveye tırmanmaya çalışıyoruz. Göl zirvenin hemen arkasında aşağıda.
Sırf o gölü görecek ve bu yolu geri ineceğiz. Manyaaz biz.






Neyse çıkıyoruz. Tepeden bakıyoruz. Buyrunuz Karagöl




Karagöl'e inen bir yol mevcut. Ama acaip dik ve yumuşak malzeme, taşlı.
İnmeye gözümüz yemiyor, çıkamayız diyoruz.

Bir kişi ben inicem diyor. Tahmin edin kim; Auke (Ali)

Gölün yanında minicik gördüğünüz çadır ve birkaç kişi var (dağcı). Tabii çok uzaktalar.

Bizim Auke inmeye başladı, arka fren basılı kaydıra kaydıra.. Yahu nasıl geri çıkacak bu?





İniyor, bakınız sağ köşede, virajda.




 İndi, düzlükte gidiyor çadıra doğru.



Biz yukarıdan seyrediyoruz.



Murat'ın kamerasında da ne zoom varmış yahu. Alın çadırdakiler yakından.
Auke varmak üzere. Muhtemelen çok şaşıracak oradakiler.



Uzaktan neler oluyor göremedim ama bir süre sonra dönmeye başladı bizim Ali!



Tırmanışa geçti, ha gayret, pis viraj, çok dik ve 90 derece dönüş.



Tek seferde dönemedi, durmak zorunda kaldı.



Biraz geri bırakıp tekrar deniyor.



Tamam adam ve motoru çok iyi ama imkansızı da beklemeyelim.
Arkadaşlar destek olmaya gidiyor.



İlk hareketini sağlattılar ve Auke yardırmaya başladı.




Tepeye yanımıza varmak üzere ama en pis kısımda, çok patinaj ediyor.





ve bi yerde tıkanıyor artık. Duruyor.


Son bir takviye ile yanımıza çıkıyor.



İyi ki bizlerden birileri bi delilik yapıp inmemiş. Akşam ederdik burda.



Resimleri karıştırırken gördüm, hoşuma gitti sizinle de paylaşayım;
Murat oturmuş tepede bizim gelişimizi çekmiş saniye saniye.
Nasılsa burdan bana bi ekmek çıkar demiş, çıkmış ta.
Bir dağ çıkış fotoromanı :










 


Karagöl maceramızın ardından inişe geçtik.
Çıkarken gördüğümüz birkaç yol/patikayı denemek düşüncesindeyiz.

Giriyoruz yola. Yoldan ziyade eski yol diyelim. Otlar bürümüş, taşlar kapatmış v.s.

Motorlarla aralardan gidiyorouz ufak ufak.
Yol daralmaya başlıyor ve ardından tek kişilik yürüme yoluna, patikaya dönüyor.
Sağ taraf ise her zamanki gibi uçurum.








Tamam burası artık bir yol değil, bunda hemfikiriz ama bu şekilde de olsa devam edemezmiyiz acaba?

Keşif kolu yürüyerek ileriye bakmaya gidiyor.

 



Haberler olumsuz.
Yol ilerde tamamen kayboluyor. Akmış uçuruma.



Sanki alternatif üretebilecekmişiz gibi konuşuyoruz.
Pervane taksak ya da paraşütle falan..



Şimdi bu konvoy nasıl dönecek.

Herkes kendi etrafında döndürecek ve ters sıra geri çıkıcaz.



En öndeki Muratı çeviriyolar



Arkasındaki ben de artizim ya, kendim çeviririm olm diyor taşların arasında motoru kendi başıma çevirmeye çalışırken tutamıyor hoop bırakıveriyorum yana.

Sonra da çakılmasın, kimse farketmesin diye öyle oturmak için yatırdım pozuna giriyor etrafı seyrediyorum.
Yok bişi..



Not: Bu salak yatışta bir taşa denk gelen egsozumun bağlantı yeri kırılıyor.
Burayı da gene muhterem Auke'nin çantasındaki çelik kelepçe(*) ile bağlayıp hallediyoruz.

(*) Çelikten halka şeklinde tornavida ile çevirerek sıkıştırılan kelepçelerden. büyük boy.




Auke öğretisi, önemli gereçler:
hatırlayalım ;

1- 20x20 çelik levha, yan ayak altı için
2- çelik yapıştırıcı
3- çelik kelepçe büyük boylardan farklı ebatlarda.

Patikadan geri çıkıp başka bela aramak üzere yola devam ediyoruz.
Aşağı indiğimizde bir yerleşimde kahvede mola veriyoruz.




Burası Darboğaz kasabası, kirazı meşhurmuş. Tüm üreticiler anlaşmalı imiş ve ürünleri direkt yurtdışına gidiyomuş.
Kirazlar kafam kadar. Nasıl güzel nasıl büyük nasıl etli.

Sağolsunlar bize de ikram ettiler, getirdiler bir tepsi koydular ortaya.









Yerel halk ile bir taraftan sohbet ederken bir taraftan aradığımız zirveleri soruyoruz.

Yazıgöl adında bir göl varmış. Göçekler de bulunurmuş orda. Aldık tarifi.
Tamamdır, hadi gidelim.

(Yahu ne çok kiraz yedim, bozmasam mideyi)





Epeyce dik rampalar çıkıyoruz, bol virajlı.







Bu çıkış boyunca grupta kopmalar oldu.
Sürekli yokuş çıkıldığı için birileri düşmediği sürece durmuyosun ve yürüyosun.
Durursan kalkmak sorun çünkü. Bir sorun görmedikçe arkandaki ile aran açıldı diye yavaşlamıyosun. İlerde beklerim diyosun.

Bu sebeple arkadaki grup ile bir ara iletişimimiz kayboldu.
Bir düzlükte (ve sapakta) bekle bekle gelen yok. Telsiz anonsu yapıyoruz cevap yok.

Bir grup ta bizden ileride onlar duyuyor zor bela. Bekleyin diyoruz, ok alıyoruz. Onlar orda biz burda bekliyoruz.

Düşmüşlerdir yorulmuşlardır bekleyelim deyip bir süre daha bekledikten sonra artık iyice merak edip Cem ile Mehmet yüklerini boşaltıyorlar ve geri inişe geçiyorlar.

Henüz 3-4 km gitmeden ufukta tozlarını görüyor ve geri dönmeleri için anons ediyorum. Bizimkilerle beraber arka grup geliyor.

Ufuk yok. Meğer İstanbul'dan telefon gelmiş, şantiyede sorun çıkmış onunla uzun uzun uğraşmışlar sonunda çözüm bulamayınca Ufuk İstanbul'a dönmeye karar vermiş. 
Eşyaları paylaşmışlar, onu yolcu etmişler, ondan gecikmişler.
Ufuk giderken bana şişme yatağını bırakmış, koççum benim.

Rahatlayıp devam ediyoruz. Bir süre düzlük yollar.
Bize asfalt gibi geliyor. kalkıyoruz ayağa basıyoruz gaza, hendeklerden uçarak geçiyoruz. Onca araziden sonra bu toprak yol bize asfalt geliyo






Bir süre daha çok zorlu olmayan yollardan gittikten sonra hedefe varıyoruz.
ve saat 19.30 civarı. Oh be kaç gündür nihayet gece yarılarına kadar sürmek zorunda kalmadık.
Hava kararmadan durduk.

Yazıgöl'ün hemen yanındaki düzlüğe yayılıyoruz. Biraz ilerde göçekler var. Çok yaklaşmıyoruz, rahatsız etmeyelim.

Eşyaları boşaltmaya başlayıp, yanımıza gelen göçeklerle laflıyoruz bir yandan.

Herkes çadırlarını kuruyor, ben bi ona bi buna yardım ediyorum.
Biliyorsunuz çadırım yok. Bu gece ne halt edicem.
Yalakalık yapıyorum biri çadırında yer versin diye.






Arkadaşlar da i.nelik olsun diye yok diyo.
Kaldım açıkta.

En acınası küçük emrah pozuma bürünüp "benim hiç çadırım olmadı amca" diye dudaklarımı titrettiğimde Murat, Ufuk'tan boşalan çadırındaki 2. kişi yerini vermeye razı oldu. Sağolsun.
O akşamdan sonra her gece onun çadırında kaldım. Çok şey yaşadık :P

Çadır kurma işi bitince hava da karardı artık. Ve anında serinlik başladı.




Ateş yakacağız da odun mu var.
3000 küsür irtifadayız, hatırlatırım 2000 den sonra ağaç yok.

Göçeklere gidip odun istesek eminim bizi vururlar. Onlar için çok değerli, tee aşağıdan getiriyolar.

Etrafta oduna benzeyen bişi yok, çalı çırpı dahi.
Ne yakıcaz.

Eşyalarımızı karıştırıp ne bulabildiysek minik bir ateş yaktık.

Auke okuduğu kitabın okunmuş sayfalarını yırtıp atmaya başladı..




 Bizde kitap ne gezer, Dr.Oktay da karşılık olarak kullanılmış çamaşırını attı ateşe. iğrenç insan :)



Kısa bir süre yanan ateşbaşı muhabbetimiz soğuk sebebi ile erken bitti.




Yanımda getirdiğim onlarca konserve ve kamp gereçlerini ilk kez burada kullandım.
Boşuna taşımışım onca konserveyi.. Yanımda olmasaydı aşağıdayken iki sandviç alırdım biterdi.
Tecrübe edindim, gerek yokmuş.




Yattık uyuduk.

Horlamamdan Murat uyuyabildimi bilmiyorum, ama sonuna kadar birşey demedi vefalı dostum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder